Selahattin Pınar için...

-
Aa
+
a
a
a

SELÂHATTİN PINAR İÇİN

"Aziz dinleyicilerim,

Bu akşam huzurunuza dünden bugüne kalbimde taşıdığım derin kederimle geliyorum. Selahattin Pınar’ın gerçekten duygulu sanatkârlara mahsus,bütün o ince manâlı çizgileri taşıyan çehresini, dalgın gözlerinde kürdilihicazkârların, hüseynîlerin, hicazların, hüzzamların, nihavedlerin, buseliklerin birbirini kovalayan renklerini bir daha hiç göremeyeceğimiz 6 Şubat akşamından beri “Saz ve Ses Dünyamızdan Çehreler” saati ilk taze eleminin hüznüyle gölgelenmiştir. Geçmiş günlerin çehrelerini birkaç çizgiyle hatırlamaya çalışan bu saatte Selahâttin Pınar’ın daha dün yaşayan neş’eli çehresini birdenbire o merhumlar kafilesi arasına karışıvermiş görmek...Evet, tevekkül, ecel, kadere rıza,Tanrı’ya dönüş, belki de yeni bir hayata başlayış filan ama, bir dostun, bir sevgilinin çehresini hiç olmazsa bu dünyada kaldığımız kadar bir daha göremeyeceğimiz, sesini bir daha işitemeyeceğimiz, sihirli parmaklarında tanburun dalgalanışını,gür saçlı başının duygu ile sallanışını, o kadar sevdiği İstanbul denizinin tuzu ile pürüzlenmiş,biraz yorgun gibi, biraz dumanlı gibi söyleyişini bir daha duyamayacağımız için şaşırtıcı, hazin ve korkunç...

Selahattin Pınar’ı tanımak belki ilk hamlede lüzumsuz sayılabilir, çünkü onun yıllar yılı, hasta olduğu zamanlarda bile terketmediği İstanbul’un mûsikili sahnelerinde o kadar alışılmış, o kadar sevilmiş;sahnenin perdesi gibi, ışıkları gibi,kulisleri gibi bir hüviyeti,bir şahsiyeti vardı ki, bütün koca şehir halkı tarafından tanınırdı. Orada daima coşkun, heyecanlı, hareketli ve aynı zamanda hakim ve işini bilir haliyle sahneye adımını attığı andan çıkınca kadar ısrarlı alkışlarla karşılanır ve uğurlanırdı. Tam manâsıyla popüler bir sanatkâr; İstanbul’un her devirde bir ayrı eda ve tavırda yarattığı halis İstanbul çocuğu idi. Sahnenin dışında Selahâttin Pınar, oradaki samimi heyecan ve harareti hiçbir zaman kaybetmemiştir. Tanbur çalarken,balığa çıkarken, otomobil sürerken, meze hazırlarken, şarkı söylerken,bir dostun evine giderken,bir arkadaşla karşılaştığı zaman onun bütün davranışlarındaki canlılık, birinde ne ise ötekinde de oydu. Her yaptığı şeyi durdurulması kendi elinde olmayan, zaten durdurmayı istemediği o içinden gelen cömertçe kendini verişle başarırdı. Beğendiği zaman karşısındakini kalbinin sevgi dalgalarına boğar, en güzel, samimi sözlerden, kısa kelimelerden, nidalardan mürekkep çiçekler yağdırır,gönlünü alır, bağrına basar, öperdi. Aksine, beğenmediği, doğru bulmadığı olaylar karşısında ise müsamahasının ve İstanbul efendisi terbiyesinin hududundan çıktığı, tanıdığı tanımadığı bir kimseyi bilerek isteyerek incittiği görülmemiştir, ki o heyecanlı, hararetli, fevrî mizaçta bir insanın kendi nefsine bu hakimiyeti ancak pek köklü bir terbiyenin ve asil bir karakterin eseridir, işaretidir.

Selahattin Pınar’ın durgun ve dalgın göründüğü zamanlar da vardı. O zaman yeni bir şarkının bestesini tasarlamakta olduğunu bilirdik. Bu tasarlama safhasında etrafına dikkati azalır,gözlerinin rengi daha açık bir ışıkta görülür; fakat gözkapakları sanki biraz düşmüş gibidir. Bundan dolayı hafif sisli bir bakışı vardır; sorularınıza kısa cevaplar verir; yavaş sesle konuşur; daha ağır yürür. Bazen tırnağını yer, mendiliyle oynar, parmaklarıyla vezinli hareketler yapar. Dış görünüşünde alışılmış olan bütün hareketlilik, canlılık o sıralarda cildinden içeri kaçmış, kalbinin içine gizlenmiştir. Bütün hareket o kalptedir. Tasarlama safhası bitince olgunlaştırma başlar. O zaman yeniden dışarı doğru taşmaya başladığını görürsünüz. Sokakta giderken bile yeni şarkıyı mırıldanmaktadır. Nihayet tanburunu eline alır ve şarkının son şeklini vermeye, girintisini, çıkıntısını düzenlemeye koyulur. Ondan sonra da yeni şarkının keyfini çıkarma devresi gelir. İlk dostunu yakalar: ”Bak, dinle, yeni bir hicazkâr yaptım. ”Ve şarkı söylemiyor da ilan-ı aşk ediyor gibi hararetle konuşur. Sonra o temiz, saf, lekesiz insanın samimi merakıyla sorardı: ”Nasıl?”

Selahattin Pınar’ın şarkıları hakkında söylenecek söz belki daha erkendir. Zaten bu şarkıların her biri yahut birkaç gruba ayrılabilecek tipleri birbirinden farklı vasıflar taşır. Her biri yahut bir gruba dahil olanların bütünü, onun iç âleminin devre devre değişik verimleri olduğu kadar, etrafındaki, dış dünyasındaki hadiselerin ruhundaki akislerini de taşımaktadır. Aslında,klasik mûsıkıyı pek iyi bildiği ve ona hayranlıkla bağlı olduğu halde, yüzlerce şarkısından birinde bile eski ustaları taklit etmemiştir. Halbuki, istese murabba besteler, nakış semailer bile besteleyebilirdi Selahattin Pınar Hacı Arif Bey’in şarkılarını okurken yahut dinlerken heyecanından rengi solar,gözleri yaşarırdı. Sanırım ki klasik üsluba sevgisi ve saygısıyla beraber kendi müstakil şahsiyeti, onu eski ustaların kuru taklitçisi olmaktan kurtarmış ve kendisine mahsus tavrı kazandırmıştır. Bu tavırda seçtiği makamın melodi seyrinde bazen ince işlemeler, oyunlar,geniş çizgiler üzerinde iniş çıkışlarla,bazen ısrarlı derinleşmelerle, bazen de makamdan makama beklenmedik geçkiler, yahut yarım geçkilerle ayrılır. Böylece Selahattin Pınar’a mahsus bir tavır meydana gelir ki, genel karakteri makam dairelerinin içinde orijinal süslere ve cesaretli hamlelere dayanan devamlı ve başarılı bir arayış diye tarif etmek mümkündür belki. Herhalde Birinci Dünya Harbi’nden sonra İstanbul ufuklarının musikisinde ve şarkı nev’inde kendisine mahsus lezzetler taşıyan bu şarkılarına altında imzası okunurcasına şahsiyetini veren bir sanatkârdır.

Hem o sanatkârı, hem de candan bir dostu kaybetmiş olmanın elemi içindeyiz. Bu akşamı eski bir özel radyo programında Selahattin Pınar’ın arkadaşımız Baki Süha Ediboğlu’yla karşı karşıya plağa alınmış bir konuşması ve en son eserlerinden hisarbuselik makamındaki şarkısıyla kapatalım. Bu radyoda tesbit edilmiş son okuyuşudur.

Beni de alın ne olur koynunuza hatıralarDolanıp kalayım bir an boynunuza hatıralar Yeriniz ne,yurdunuz ne,benden böyle korkunuz neDuyuyorum sesinizi bazen derin bir kuyudanDinliyorum uzakları kalkıp derin bir uykudanBeni de alın kolunuza hatıralar Ah,bu ömür tükenecek yolunuza hatıralar

Şiir: Bâki Süha Ediboğlu MESUT CEMİL"

(Mesut Cemil’in bu konuşması Selahattin Pınar’ın ölümünden bir gün sonra İstanbul Radyosu’nda yayımlanmıştır.)